18 Şubat 2009 Çarşamba

Fas - Fez Medina: UNESCO Dünya Mirası Alanı

Nerde kalmıştık? Fas’ın dar, sarı sokaklarını koklamaya Meknes de başlıyorsunuz ilk. Sokakların derinliklerine doğru ilerledikçe nasıl manzaralar çıkacağını merak ederek Fas’ın diğer büyük kenti Fes’e doğru otobüs yolculuğumuza devam ediyoruz. Fes şehrine geldiğinizde günün saatine göre şehri tepeden görmek için şehrin doğu ve batı tarafında bulunan iki küçük kale den birini tercih edip tepeyi tırmanmaya başlıyorsunuz. Zamanında şehre gelebilecek saldırıları önceden görebilmek için Medina'nın iki tarafına yapılmış kalelerden Medina çok açık bir şekilde görülüyor, ama labirent gibi olan bu şehirde ucu sonu takip etmek imkansız. Kurak, sapsarı dağların ortasında aynı renk taşlardan yapılmış, kendini tümüyle gizlemiş, surlarla çevrili bir şehir. Küçücük bir yeşilliğe, ağaç topluluğuna bile rastlamak mümkün değil.

Fes, UNESCO'nun dünya kültür mirası listesine aldığı Medina’sı ile ünlü. Medina Fas’ta şehir merkezi demek. Fes’de iki tane Medina var; Eski Medina ve Yeni Medina. Yeni Medina yakın geçmişte inşa edilmiş modern binaların olduğu kesimdeki günümüz şehir merkezi. Gerçek Medina, yani "Old Medina" ise daha çok bizim kapalı çarşıyı andıran, ama daha büyüğü ve için de yerleşim yerleri de olan, etrafı surlarla çevrili merkezleri. Halk hala buradan alışverişini yapıyor, hatta oradaki evlerde yaşıyor. Bu evler çok eski olmalarına rağmen kültür mirası oldukları için tamir edilemiyorlar, en azından UNESCO’dan izin almadan böyle bir şey yapılamıyor.

Medina'nin içine araba girmiyor. En hızlı ulaşım “Medina Taksisi” denilen eşeklerle sağlanıyor, aksi takdirde kalan tek seçenek yürümek. Bayram günü Fas‘a gitmek iyi mi kötü mü hala karar verebilmiş değilim. Ramazan Bayramı onlara da bayram olduğundan Medina’daki tüm dükkanlar kapalı ve ortalık bomboş, insanlar muhtemelen aile ziyaretinde, ama tabi bu o daracık Medina sokaklarında bizim gibi acemilerin rahatça yürüyebilmesi için çok güzel bir şans. Yoksa kalabalıkta o sokaklarda kesinlikle rehberimizi kaybeder, labirentin içinden de çıkamazdık.

Labirent (Medina), gerçekten çok büyük. Aslına bakarsanız oranın eskiden başlı başına bir şehir olduğunu düşünürseniz küçük bile, ama günümüzde turistik amaçlı gezilecek tarihi bir lokasyon içinç büyük. İçine girmeden önce rehberleriniz sizi defalarca uyarıyorlar gruptan ayrılmamanız ya da kaybolmamanız için... Medina taksileri yol isterlerse “Balak, Balak” diye bağırırlar, duyarsanız “kenara çekilin” diyorlar. Kenar dedikleri şey o daracık sokaklarsa, sanırım duvara yapışın demek olsa gerek !

Medina'nın içinde bayram dolayısı ile kapalı olan birçok dükkânı göremiyoruz. Ama açık olanlar bana yetiyor. Kasaplarda etler üstü açık, sinekler üzerinde, başında da iki tane adam oturmuş muhabbet ediyor; her şey o kadar normal ki, daha sonra o etleri bir restoranda “Tajin” olarak yiyeceğinizi düşünerek kafanızı çeviriyorsunuz. Tajin en geleneksel yemekleri. Konik şekilde bir güvecin içinde yoğun baharat tadı özellikle de safran rengi ve kokusu ile pişirilen et ya da tavuk ve sebze yemeğine, aslında konik seramik güvecin kendisine verilen isim.

Yol üzerinde bir salyangoz dükkanı gözüme ilişiyor, baya baya salyangoz yiyor bu insanlar, Müslüman mahallesinde salyangoz, hayret ediyorsunuz... Kültür çok değişmiş, sömürgelik kötü bir şey bir kez daha anlıyorsunuz.

Rehber Medinadaki Medreseye götürüyor sizi. Size Medrese nedir onu anlatmaya başlıyor. Dur diyorsunuz bizde de var biliyoruz ne olduğunu. “Medina'nın içinde cami, medrese, hamam, dükkanlar, fırın ve evler olur” diyor, aslında bildik şehir. Sadece biraz eski. Görsel sanatlar zayıf. Camilerdeki süslemeler bizdekine göre çok çok sönük. Medresenin duvarlarında beyaz kirecin oyularak yapıldığı bir çeşit süsleme var ama oda yakından bakıldığında hiç çekici değil.

Fes çinileriyle ünlü(imiş), bana sorarsanız hiçte o kadar güzel değil. Büyük parçalarla işledikleri çeşmeler ve sütunlarla övünüyorlar ama bence gelip Kütahya’da incecik işlenen vazoları, çinileri görmeli, öğrenmeliler. Çiniyle yapılmış süslü Tajin'ler var, bence kaba bir işçilik vardı üzerinde beğenmedim. Tajin demişken, Fas yemeklerine devam edeyim biraz. Diğer ünlü yemekleri “Kuskus”. Bizim bildiğimiz kuskus gibi değil bu. Yemeklerin yanında servis ediliyor çoğunlukla. Ama tek başına da yeniyormuş. Kuskus aslında ince irmikten yapılan içinde haşlanmış havuç ve domatesin olduğu irmik pilavı. Ya da bizim kısırın salçasızı diyelim. Fas’ta yemek ortadaki tek kaptan ve hatta el ve ekmek yardımı ile yeniyor, ama neyseki turistik yerlerde size çatal kaşık veriyorlar. En ünlü içecekleri nane çayı. Yaş naneyi demleyerek yapıyorlar, tek sorun içine çok fazla şeker atıyorlar. Her ne kadar şerbet gibi olsa da nanenin o ferahlığı sayesinde rahatça içebiliyorsunuz. Özellikle yemeklerden sonra ikram ediyorlar, hazma iyi geldiği için. Bizde midemiz ağrıyınca nane kaynatır içeriz ya onlar önlemlerini önceden alıyorlar, midenin ağrımasını beklemiyorlar. Biz tabi kuru naneyle yaparız, büyükler taze nanenin demlenince acı olacağını söyler ya, işte onlarda muhtemelen o acılığı alsın diye şekeri dolduruyorlar içine. İsterseniz sipariş etmeden önce belirterek şekersiz de servis etmelerini sağlayabilirsiniz.

Yemeğimizi de yedikten sonra Medina'nın içini gezmeye devam ediyoruz. Bir kumaş atölyesine getiriyorlar bizi. Dokuma tezgâhlarının yanında rengârenk dokunmuş kumaşlar var. Kumaşların içinde ipek karışık. Genel olarak gökkuşağını andıran, bir rengin değişen tonlarında dokunmuş parlak görünümlü kumaşlar, daha kalınları battaniye ya da örtü olarak kullanılırken inceler de kıyafet ya da çanta kumaşı olarak kullanılıyor. Bu kumaşları Fas’ta ki tüm çarşı pazarlarda değişik amaçlara göre kullanılmış olarak görmek mümkün.

Medina içinde yolumuza devam ederken git gide artan ve ağırlasan kokudan garip bir yere geldiğinizi hissediyorsunuz ki tam o sırada ilerlediğiniz daracık sokaktaki ilk bulduğunuz küçücük kapıdan içeri giriyorsunuz. Daracık merdivenlerden üst kata çıkıyorsunuz. İçerideki geniş odalara gözünüz takılıyor koridorlardan ilerlerken. Bir anda arka tarafta, diğer evlerin de ortasında sıkışmış geniş bir avluya açılıyor koridorun sonundaki odanın balkonu. Aşağıya, avluya baktığınızda rengarenk küçük havuzlar görüyorsunuz, içlerinde derilerin durduğu. O anda anlıyorsunuz ki tabakhaneye gelmişsiniz. Bu tabakhaneleri. Fazın Turizm broşürlerinden hatırlıyorsunuz hemen. Özelliği mi? Hala eski okul tabaklama işleminin yapılması! Yani köpek boku ile. Bizde bir laf vardır ya, “tabakhaneye bok yetiştirmek” diye, o laf buradan geliyormuş. Derinin parlatılması ve cilalanması için eskiden köpek dışkısı kullanılırmış, çünkü deriyi en iyi o parlatırmış, bunun için de dışkının sıcak olması gerekliymiş. O yüzden dericiler sabahın erken saatlerinde köpeklerden çaldıkları dışkıları bir an önce tabakhaneye yetiştirmek için acele ederlermiş. Tabi günümüzde bu tabak işlemi modern ilaç ve kimyasallarla yapılıyor. Ama burada sanırım hala geleneksel yöntemlerle devam ediyorlar çünkü çok kötü kokuyor.

Yavaş yavaş Medina içinden bulduğumuz ilk çıkışa ilerliyoruz. En dıştaki surdan dışarı çıktığınızda bir anda gerçek dünyaya geri dönüyorsunuz. Daracık sarı kerpiç binaların içinden çıkınca dünyanız aydınlanıyor, daha beyaz ve gri karışımı bir görüntüye kavuşuyorsunuz. Alıştığınız şehre geri geldiğinizi düşünüyorsunuz, aslında hiç de o kadar uzağa gitmemiştiniz ki. Sadece kalın bir duvar arkasında, çok değişik hayatlar olduğunu düşünüyorsunuz. Bir sokak arkada farklı bir şehir, farklı bir kültür var.

Medina’dan çıktıktan sonra günün ikinci kısmında yeni Medina, yani şehir merkezine gidiyorsunuz. Burada görüntü daha farklı tabi, beyaz betonarme yüksek binalar, geniş yollar, motorlu taşıtlar ve bayram olması dolayısı ile süslü püslü giyinip sokaklara dökülmüş Faslılar. Faslılar derken, Faslı erkekler tabi.
Şehir merkezinde çok fazla dükkan ve mağaza yok. Şehrin göbeğinde güzel bir park var, iki tarafından geniş bir yol geçen. Yolun iki tarafında da sıra sıra kafeler var. Tipik Fransız kafeleri. Zaten bir çoğunun ismi Fransızca. “Patesiere Glacie”, “Café Regency”… Dediğim gibi tipik Fransız kafeleri, masalar yola doğru, dışarıya konulmuş, insanlar açık havada yol kenarında oturuyor, yolda diğerleri tur atıyor. Ama sadece bir farklılık var, bu kafelerde sadece erkekler oturuyor. Oturan bir tek yerel kadın göremedik biz. Yollarda turlayan insanların da çoğunluğu erkek. Sadece arada çok nadir kol kola girmiş yürüyen birkaç genç kız görebiliyorsunuz, ama onlarında arkasında bir güruh genç adam yürüyor. Turist bayan olarak siz bu kafelerde oturabiliyorsunuz, ama delici bakışlara alışmanız lazım. Yanınıza arkadaşınız beyleri de alsanız o bakışlardan kurtulamıyorsunuz. Yolda yürümek, hele ki tek bayan olarak, iki bayanda olsanız fark etmez, daha zor. O yüzden Fas’tan geldiğimden beri aptal bir laf takıldı ağzıma, “hiç bayan oturmayan Fransız kafesine ne denir? Fas Cafesi”. Yürürken yanınıza gelmekten laf atmaktan ya da dokunmaktan hiç çekinmiyor Faslı erkekler. İster gündüz, ister gece. Yanınızda erkek olması bile öldürücü bakışlara engel olmuyor, en fazla yanınıza yaklaşmalarına engel oluyor. Tabi bu Fas’da, başkenti hariç her yerde geçerli. Sadece başkent Marakeş'te biraz daha rahat hareket edebiliyorsunuz ki, o da “biraz”. Marakeş'te biz iki bayan gece sokağa çıkıp gezebilmiştik. Orada turiste biraz daha alışkınlar, sanırım ondan.
O zaman bir sonraki yazı neresi? Marakeş…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder