18 Şubat 2009 Çarşamba

Fas - Artık kaç bölüm çıkar bu yazıdan bilmiyorum

Biliyorum uzun zaman oldu ama, bir türlü yazımı derleyip toplayamadım. En sonunda bitirdiğimde de 6 sayfalık bir yazı çıkmıştı ortaya, neresinden bölsem nasıl yapsam, bir anda upuzun bir yazı ile okuyanları boğmasam diye alıp verirken, kendimde yayınlayacak cesareti bulamamışım….Neyse biraz motivasyona ihtiyacım varmış beklide. Bir yerlerinden böldüm kırptım artık işte bu ilk kısmı, aslında sondan mı başlasaydım acaba….
Allahım yine çok konuşuyorum, yazarken de böyle oldu iste, tamam sustum hadi bakalım başlıyorum…Fas, dünyanın en iyi mutfağı...

Tabi ki de mutfağı için gitmedim Fas’a ama ne için gittin derseniz, bilmiyorum. Tamam, çok özel bir nedeni yok ama elimdekileri ben bir sıralayayım da bakalım belki beğenirsiniz.
Dar El Beïda ya da bilinen adıyla Casablanca’da dünyanın en büyük camisi olan Hassan II Camisi bulunmakta. Müslüman bir ülkede yaşayan birisi olarak başka bir Müslüman ülke gezme fikri benim için çok çekici. Cami figürü orada çok daha değişik. Öncelikle unutmadan belirteyim; Hassan II Camisi avlusuyla birlikte içerisinde aynı anda 130 bin kişinin namaz kılabildiği dünyanın en büyük camisi. Atlas sularının kenarında, denizin doldurularak yapıldığı, Casablanca’nın o mistik ismine uygun bir görüntüsü var. Arka avluya okyanusun dalgaları vururken namaz kılıyor olmak düşüncesi ilginç tabi, ama orada insanlar, ibadet için geldiklerinden okyanusun farkına bile varmıyorlar.Camilerin yapısı biraz farklı; tek minareli ve minareler kare formunda, bizdeki gibi yuvarlak değil. Hatta minarelerde biraz şato ya da kale görüntüsünü andıran, gayri Müslim havası hakim. Rehberinize bunu sorduğunuzda tabi görüntüdeki gerçekliği reddedemediğinden, ‘onlar bizden çalmışlar’ gibi bir açıklamada bulunuyor size, ama Fas’ın geçmişine baktığınızda pek de inandırıcı gelmiyor. MÖ 8000’li yıllardan 5. yy‘a kadar gelen dönemde Berberler’den, daha sonra 5. yy’da Bizansların saldırılarında onlardan etkilendikleri, uzun yıllar süren Osmanlı ve İslam etkilerinden sonra 16. yy.’da tekrar İspanya, sonra 20. yy ortalarına kadar Fransa sömürgesinde yaşadıklarını göz önünde bulundurursanız, çalma değilde esinlenmek diyelim en iyisi...

Casablanca, filmlerde ya da söylentilerde efsaneleştirildiği gibi romantik bir şehir değil. Tam tersine artık ülkenin sanayi şehri. Tüm büyük otomotiv ve ağır sanayi fabrikaları bu şehirde. Şehirde ülkenin kültürel dokusunu gösteren çok az şey var, iki –üç meydan ya da Hassan II Camisi. Onun dışında binalar yeni, insanlar bir kargaşa içinde oradan oraya gidip geliyor, ticaret yoğun, bildiğiniz kozmopolit hale gelmiş bile. En popüler mekanı Muhammed V Meydanı. Zaten bütün meydanlar, sokalar, önemli yerler ya Hassan, ya Muhammed isimleriyle adlandırılmış. Bunun da nedeni, Krallar hep aynı soydan geliyor. Baba Hassansa, oğul Muhammed oluyor, II, III, IV diye de isimler devam ediyor. Meydanda artık turistik amaçlıda olsa, en azından birkaç “saka” görme fırsatı bulursunuz. Kıyafetler folklorik tabi, turistik ya. Arkalarında su damacanaları, ellerinde bir bardak her gelen turiste su uzatıyorlar, aynı bardakla! Biraz bahşişle yanlarında durup kocaman hasır şapkalarının altına girip süslü kırmızı elbiseleriyle onlarla beraber fotoğraf çektirebiliyorsunuz.

Fas’ta görmek isteyeceğiniz tipik küçük Fas kenti Meknes, şehrin ortasından geçen bir nehirle ikiye ayrılıyor. Pazarın kurulduğu bir meydanda bir grup insanın toplaşıp bir şeyler izlediğini fark ettiğinde yanlarına gidip bakmak istiyor insan, ama bir anda etraftaki herkesin ilgili bakışlarının size çevrildiğini, ortada gösteri yapan çocuktan daha fazla ilgi çektiğinizi fark edip ekibinizin yanına sığınmak üzere koşar adımlarla oradan uzaklaşıyorsunuz. Meknes’de sokaklarda ya da ortalık yerde rahatça dolaşabilmek için fazla beyaz, ve fazla açık tenli kalıyorsunuz, her ne kadar üzerinizde pantolon ve sıradan bir bluz olsa da. Açık renkli teniniz ve saçlarınız hemen dikkat çekiyor. Bayan olarak başı açık gezmek orda sorun değil. Şehir merkezlerinde bayanların %40’ı başı açık ve Avrupai kıyafetlerle geziyor. %50’si ise “Cillabe” denilen, kapüşonu olan, düz kesimli bir elbise ile geziyor. Ki bu kapüşon saçların bir kısmını örtüyor. Kalan %10 ise başı kapalı ve daha mutaassıp kıyafetlerle geziyor. Yani bu durumda turist olduğunuz belli oluyor ve dikkatler hemen dağılıyor.

“Cillabe” yada erkekler için “Cillab”, geleneksel Fas kıyafeti, günümüzde Faslılar bunu giymeye devam ediyor. Düz kesimli kimilerinde kapüşonu olan bir entari aslında Cillab, kadın erkek giyiyorlar, sanırım çok sıcaklarda serin tutsun diye yapılmış bir kıyafet, ince ketenden orijinal kumaşı, değişik renklerde ve desenlerde bu kıyafetten görebilirsiniz Fas sokaklarında. Sadece bayram gününe özel giydikleri krem renginde ve çok güzel dokunmuş bir ketenden yapılmış Cillab\be leri var, altına da yine özellikle bayramda giydikleri sarı renkli terlikleri var. Orda bayramda bu kıyafet giyilirmiş, tabi çölde durum farklı.

Çölde genelde indigo mavisinden yapılan bir cillab giyiyor ve örtü sarıyor bedeviler başlarına. Aslında Fas’ın kökeni bedevilerden oluşuyor. Ama bedevilerin hepsi çölde yaşamıyor. Çölde yaşayan, hani o atın üzerindeki mavi adamlara “Taureg” deniyor. “Mavi adam, Indigo Man” denmesinin sebebi de giydikleri ve sardıkları mavi örtü. Bu örtü onları hem çölün gündüz sıcağından ve gece soğuğundan, hem de sineklerden koruyor, sinekler o maviye gelmezlermiş çünkü.

Neyse nerde kalmıştık diye devam edecektim ama şimdiden uzadı bile bu yazı. Fas’ın güzel sarı sokaklarını da artık bir sonraki bolümde anlatayım ki, sıkılanlar burada bıraksın okumayı, merak edenler de bir sonraki baslıktan devam etsin artık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder